13 Temmuz 2009 Pazartesi

Düşeşi / Dilimin Mesken Tuttuğu Mekanlar




Kelimelere dokunduğum an yitirdiler anlamlarını birer birer. Amacım onları öksüz bırakmak değildi oysaki, bilemedim...

Kalbimizden çıkıpta aklın yolunda ilerlerken kazara uğradılar dilime söylenecekler; tartamadım ağırlıklarını, söyleyiverdim.

Söylendikleri an yeni kimliklerine kavuştular ama özgürlük değildi bu onlar için, düşünemedim...

Yüklendikleri ağırlık...taşıyamadılar ağırlığı. Hesaplayamadığımdan değil, cüsselerinden büyüktü ve taşıyamadılar, bilemezdim...

...

Yağmur ve esen rüzgara karşı gemisini yüzdürmeye çalışan bir denizcinin feneri bile daha bir aydınlık; amacı, kelimelere yüklediğim anlamlardan daha bir açıktı artık. Şahlanmış yolunda ilerlerken dilimi dinleyenler, gözleri ürkek bakışlar içinde ve korku doluydu mantığımın hayat verdiği doğrular - ki o sıra kalbi ayaklanmış terkediyordu iki büklüm olmuş bedenimi. Ruhum beter bir korkuyla kaskatı, yanan gür ateşin içine içine yürüyordu usulca.

Alaşağı olmuş bir denizin atı olabilirdi ancak ve ancak cezalandırılmayı hak etmiş dilim.

Dilim, kemiksiz; dilimin mesken tuttuğu mekanlar ise kapkaranlık bir dehliz...
...

Gücünü toplamaya çalışan bedenim depreme uğramış bir kaya gibi parça parça iken, sırtını duvara yaslamış gerçekler, neye uğradığını şaşırmış, tökezlemeye başalayan kelimelerime saldırmaya hazırlanıyorlardı anbean.

Aldığı nefes, nefes değilmiş gibi bezgin, düşünceleriyle kavgalı bir adam dehşetengiz bir şekilde yürüdü doğruların önünden ve söylenmişleri arkasında bırakarak sonra...

Karanlıklara gebe bir odayı aydınlatır gibi aydınlattı her çakışında şimşekler ışığa muhtaç bedenimi;

Aydınladı dilimin mesken tuttuğu yerler, Daydınlandı dehlizlerimin korkuları korkusuzca.

...

Düşünceli adam içi cehenneme dönmüş bir savaşın gazisi gibi topallıyordu bol ışıklı, dar bir mekanda. Dondurucu soğuk ile savaşan ve kardelenlerin mekanı karlı dağları aşmaya çalışan, düşmanın göğsüne korkusuzca silah dayayan 20'lik delikanlı yoktu artık savaş alanlarında. Karlara göğüs germiş 20'lik şimdi yağmurlara bile direnemez olmuş, eriyordu incecik bir kağıt misali deli gibi yağan yağmur altında.

Kemiksiz, söz söyleyecek oldu ki susturdu kalbim dilini.

Göklerin yırtılırcasına seslenişi, anlamların yüklendiği kelimeleri çalkalamaya yetiyordu oysa ki.

Sustu bedenim...

Sustu ve susmak o an konuşmaktan çok daha anlamlı kıldı söylenecekleri.

Sessizlik, düşeşi gibiydi o an söylenmesi gerekenlerin ve düşeşini dinledi kemiksiz dilim...

Gardı sert, kabuğu kalın tenini soydu düşeşi. Kan yaladı bereketli topraklarımı ve düşünceleriyle kavgalı adamın arkasından o da yitip gitti.

...



Antony and the Johnsons

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder